28 Kasım 2013 Perşembe

KARAKÖYÜM



Karaköy de Bankalar Hanı´ın  teras katında; bir tarafınızda  Galata Kulesi, diğer tarafınızda Topkapı 
Sarayı, Boğaziçi Köprüsü ve Haliç manzaralı bu güzel mekan. Üç bir tarafı camla çevrili  terasta, pencere kenarlarını süsleyen renkli orkideler içinizi aydınlatıyor. 

Öğle yemeği için tercih ediyorsanız, günün menüsünü ya da farklı bir çok lezzetten birini seçebilirsiniz. Yemekleri her daim taze ve oldukça lezzetli. Benim buradaki  favorim  ´´Dürüm Köfte.´´ yufkaya sarılarak kızartılmış çıtır köftelerin yanında, domates sosu ve yoğurtla servis ediliyor. Üzerine  gayet hafif hazırlanmış tatlılardan biri ile kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Manzara eşliğinde doyumsuz bir keyif.

 
Ben henüz denemedim ama, akşam yemeğini canlı müzik eşliğinde yiyebiliyorsunuz. İş yemeklerinizi ve özel günlerinizi sıcak ve samimi bir ortamda paylaşmak isterseniz, kesinlikle tavsiye edebilirim. Fiyatları gayet makul. İşletme sahibi Sevinç Hanım, güler yüzlü ve ilgili. 

Her mevsimi ayrı bir güzellikte yaşadığımız İstanbul´u, bir de buradan seyredin derim.


Sevgilerimle.

Nurcan EKİZ
Kasım´13









18 Ekim 2013 Cuma

LÜLE LÜLE


İki taş birbirine vurularak ilk aletler yontuldu, taşlardan çıkan kıvılcımla ateşler tutuşturuldu. Ateş, çamuru pişirdi çömlek oldu, cevheri eritti maden bulundu.

Duygular, korkular, inaçlar taşlarla anlatıldı, tarih önce taşlara kazındı.

Bilim dünyasında, mürekkep balığının ''sepio'' adı verilen kemiğine benzetilerek  ''sepiolit'' adıyla tanımlanan Lületaşı;

Eskişehir civarında, yerin 380 metreye kadar muhtelif derinliklerinde, başkalaşım katmanları içinde yumrular halinde bulunur.


Magnezyum hidro silikat bileşiminde  alkali bir kil minerali. 

İşlenmesi kolay, beyaz renkli, gözenekli bir mineral. Umumiyetle pipo, sigara ağızlığı, tesbih, biblo ve süs eşyası imalinde kullanılıyor.

Lületaşının ilk defa bulunup tanınması da, geleneksel söylenceler arasında ''Köstebek Efsanesi'' olarak aktarılıyor;


Yer uzak, gün sıcak, çok zaman evveli
Yola koyulmuş yörenin bir yiğidi
Öğleyin gölgede katık ekmek yerken
Köstebek bir taş çıkarmış derinlerden
Kar beyaz kadın teni kadar yumuşak
Okşar gibi çakıyla yontmuş pür merak
Taş elinden fırlayıp önünde durmuş
Deniz köpüğünden güzek bir kız olmuş
Mahsun gözleri buğulu sesi kırgın
''Ah !'' demiş, ''yiğidim bana nasıl kıydın?''
Hiç beklemeden taşa dönmüş yeniden
Süzülüp gitmiş köstebek deliğinden
Deliye dönmüş o anda delikanlı
Tutuşmuş yüreğinde kızın hayali
Başlamış yeri elleriyle eşmeye
Kaçan sevdanın ardından yetişmeye
Yol bekleyenleri habersiz kaygılı
Günlerce aranmış garip delikanlı
Cansız bulunmuş bir daracık kuyuda
Bir toprak aktaş sımsıkı avucunda.


Lületaşı uysaldır, kolay işlenir, ama fazladan bir bıçak dokunuşu bile, tüm işlemeyi boşa çıkarabilir. 

Ne eksik ne fazla, hayal ettiğini aynen taşa aktarabilen usta, ancak ustasıyla yetişirmiş.


Bir iş seyehati sırasında yolumun düştüğü Eskişehir'de, ''By Pipo'' adlı dükkanda rastladım bu güzel eserlere. 


Lületaşı hakkında beni bilgilendiren, bu şahane eserlerin fotoğraflarını çekmeme izin veren ve mekanın içerisinde  keyifli bir yolculuk yaptıran sanat ustası Emre Mangaltepe'ye teşekkür ediyorum. 


Sevgilerimle.


Nurcan EKİZ

Ekim'13

30 Eylül 2013 Pazartesi

BURSA DA TAV'LANDIM !




  
  
Bugün keyifsiz ve iştahsız bir gün yaşamaktaydım. 

 Ruh halimi yuzseksen derece değiştiren, beni kendime getirmekle kalmayıp, gözlerimi yuvalarından fırlatıp, eşsiz bir görselin tam ortasına atan,
'' Rüyadayım! Hayır, Cennetteyim!  Hayal ettiğim ve hayalimin gerçek olduğu bir bahçedeyim. Kayboldum, eridim, bittim.'' Dedirten,
Bu cennet mekandan içeri doğru ilerlerken,
Beni; birbirinden güzel  çiçekler, beyaz ferforjelerden yapılmış kamelyalar ve gökyüzünün karanlığını aydınlatan, küçük beyaz mum görüntülü avizeler karşıladı.
Etraftan  gözümü alamıyorum. Şaşkın bir ifadeyle  bahçeyi seyre dalıyorum. Tam o sırada, Şef Garson Osman Bey'in masama getirdiği, o leziz ara sıcaklara mı başlayayım ? Yoksa, bu büyülü bahçeyi seyretmeye mi devam edeyim? Bilemedim.
  
Derken, bahçede gözüme çarpan en güzel detaylardan birine  takılı kalıyorum. İçeride,  bir kaç noktaya yayılmış,
  kulübeleri andıran, camlarla kaplı, envai çeşitte kuşun yer aldığı, devasal  kafeslere.  
Yuvalarında asılı olan iplere konan, birbirini öpen, sallanan ve ötüşen bu sevimli kuşlar beni kendilerine hayran bıraktılar.

Siparişimin gelmesiyle birlikte , bu eşsiz güzelliklerden gözümü alıp, burnuma gelen mis gibi et kokusuna odaklıyorum.
Buranın spesiyali olan, lokum tadındaki saç kavurmayı afiyetle, lavaşa bandıra bandıra yemeğe başlıyorum. Bu müthiş tadı noktalandırdıktan sonra üzerine tatlı olarak ikram edilen;

El yapımı baklava, bol fıstıklı  irmik helvası ve  dondurmayı yiyorum.  Yanında  da çay içiyorum.  Finali ise dibek kahvesi  ile yapıyorum.
    
Fiyatlarının uygunluğu ve yüksek hizmet kalitesiyle, işte budur! Dedirten, beş duyuma  hitap eden,
lezzetime lezzet katan, ''Bursa Tavacı Recep Usta ya' on mumara beş yıldız'' diyorum.
  
 Sevgilerimle.
Nurcan EKİZ
Eylül'13




18 Eylül 2013 Çarşamba

DEĞİRMEN İKİ TAŞTAN, MUHABBET İKİ BAŞTAN



Ruhun kendisinden lezzet  duyduğu şeye meyletmesidir muhabbet. Muhabbet aslında sevgiliye duyulan aşkın, coşkunun bir ifadesidir. Bundan dolayı insani bir özellik arz eder.


Ruhun sohbetten tatmini arttıkça aldığı lezzette artar. Bir şeyler öğrendiğimiz, aynı tatları aldığımız, hiç bitmesini istemediğimiz, hatta daha fazlası olsa diyebileceğimiz, sonrasın da aklımıza düşüp, hala zihnimizi meşgul eden biriyle, tadından yenmeyen bir muhabbete düşebiliriz.


Bazen konuşmak muhabbetin zehri de olabilir. Sadece dertten ve tasadan oluşan bir konuşma ruhların esas tasası da olabilir. Dertler anlatıla anlatıla eksilmez, çoğalır. Hatta karşımızdakini sıkabilir de. 


Hangi ruh dinlenebilir şikayetler yumağında ? Sanırsın ki dünya dertlerden ibaret.  Bir süre sonra da  bu  tür kişilerle bir araya gelmeyi bile  istemeyiz.

Bazen suskunluk da büyük bir konuşmadır. Seslerin yetmediği ya da anlatmak istediklerimize yetmeyeceğine inandığımız anlarda. 


O sessizlik anlarında duyduğumuz başka sesler vardır. Rüzgarın uğultusu, yanımızdakinin nefesi, yağmurun sesi.. Bırakalım dinsin öfkemiz sessizliğin serinleten gölgesinde. Tek kelime etmeyin, illa ki bir ses arıyorsanız bir müzik açın radyoda. Ama o da sözsüz olsun.


Oysaki  bahsini açabileceğimiz bir dolu konu vardır bu hayatta;
Yolda gördüğümüz  bir ağaç, etkilendiğimiz bir kitap ya da film, güzel bir hatıra.. 


Dinginlik muhabbettir oysa, muhabbettin diliyse bambaşkadır.


Bu koca dünyada, kalplerin aradığı tek şey, şöyle durup dinlenebileceği serin bir gölgeliktir. Bir limana sığınmaktır. Soğuk havada içimizi ısıtan tarçınlı bir salep gibi.


Kelimeleri hak ettiği gibi kullanmayı öğrendiğimizde başlarız sohbete.  İşte o zaman ''muhabbet doyulmaz bir pınar olur.'' 


Sevgilerimle,
Nurcan EKİZ
EYÜL'13





















6 Eylül 2013 Cuma

JAZZ'IN LEZZETİ


Gecenin karanlığına en çok hüznü yakıştırırım. Tüm seslerin yavaşça ortadan kaybolduğu anda kendi iç sesimi bu sessizlikte duyarım.

İşte o gecelerden birinde benim tüm hücrelerime işleyen, içimi dağlayan, huzuru ve hüznü bir arada yaşatan, coşkulandıran,
tüm gizemlerimi ortaya çıkaran, ''al başını git'' dedirten, yıldızlara kaydıran, suyun üzerinde raks ettiren... O büyülü ses ''Nina Simone'' ansızın giriverdi ruhumdan içeriye.

''Ne me Quitte Pas'ı''söylüyor. Tanrım bu nasıl bir ses ! Diğerleri şarkıcı ise bu ne? Bu, şarkıcı ise diğerleri ne? Bir insan duyduğu yaşadığı hissleri bu kadar güzel mi ifade eder? Yaşar ve yaşatır?

Nina Simone, benim beynimdeki müzik lezzetlerimden sadece biri.

Hepimizin aklına ''lezzet'' denilince sözlük anlamı gelir. Damak tadımızla beynimize ulaşan hazzı biliriz. Oysa ki bir de beynimizde yaşadığımız lezzetler vardır.


Okuduğumuz bir kitap, seyrettiğimiz ya da karşılaştığımız bir manzara, gördüğümüz bir tablo veya fotoğraf, dinlediğimiz bir müzik, paylaşmış olduğumuz sohbet gibi.


 Lezzeti sadece ilk anlamında değil, alt anlamlarıyla birlikte değerlendirerek, beynimin tattığı, bir çok lezzetti sizlerle paylaşabilmektir niyetim.


Lezzet'le kalın..



Sevgilerimle,

Nurcan EKİZ
Eylül'13

2 Eylül 2013 Pazartesi

ANSIZIN DEM'LENMEK





Bir öğle yemeği sonrası, sokak arasından köşeyi dönerken, birden çıkıverdi karşıma DEM.


İlk gözüme çarpan, bir oyuncak görüntüsündeki yeşil sandalye 
ve masasıydı. Masanın üzerinde  yer alan taze lavanta ile birden    gönlümü çalıverdi. ''haydi gel, gel de beni tanı'' diyen bir edası vardı DEM'İN

Kapıdan içeri ilk girdiğimde, havada uçuşan kağıtları gördüm. Bir    dilek ağacını anımsatan avizesi, renkli yastıklarla süslenmiş sediri, bakır tepsili sehpası, minik pufları, 
ahşap dolapları, aynası, dolaplara özenle dizilmiş mutfak gereçleriyle sıcak bir havası vardı.
''Buraya demlenmek için gelinir . İster kafanı demle, ister çayını'' der gibi.

Çay denilince benim aklıma, parmaklarımla sayabileceğim kadar çeşit gelir. Buradaki çay çeşitlerini duyduğumda dehşete düştüm.
Tam 60 çeşit çay var ! 

Yanlış duymadınız. 
Bunlar içinde Rize'den, Diyarbakır'a, hatta Japonya'ya kadar uzanan geniş bir yelpaze söz konusu.


Menüye bakınca kafanız karışsa da, servis arabasıyla işletmenin küçük  ortağı Eylül Hanım,  hemencecik yanınıza geliyor. 
60 Adet çaydan ilginizi çekeni, size cam şişelerde gösterip, koklatıyor. 
Kokusunu beğendiğiniz ya da merakınızı cezbeden bir çayı rahatça seçebiliyorsunuz.


Servis hızlı. Yaklaşık 5-10 dakika içerisinde siparişiniz geliyor. Çayınız, beyaz porselen bir demlikte, ince belli  bardakta, ya da zarif porselen bir fincanda ikram ediliyor. Çayınız masaya geldiğinde hızlı davranıp, çayı hemen koymanızı tavsiye etmem. 
5 Dakikalık bir demlenme sürecinden sonra, çayınızı keyifle içebilirsiniz.


Klasik çay alışkanlığınızı değiştirmek, faklı  bir çay ve mekan lezzeti yaşamak isterseniz, Topane'de, Kemankeş Mah. Hoca Tahsin Sokak ta DEM'e uğrayabilirsiniz. 
Fiyatların çok makul olmadığını belirtmekte fayda var.



Sevgilerimle.
Nurcan EKİZ
Eylül'13

20 Ağustos 2013 Salı

JULIUS MEINL - TOPHANE KARABATAK CAFE





'' Karabatak ''  kelimesini en çok annem kullanır. Annem,uzun zamandır haber alamadığı ya da göremediği kimselere sitem ederken; ''karabatak gibi, bir görünüp, bir kayboluyorsun'' der.  :))


Tophane' de ara sokaklardan birinde, kuytu bir köşede yer alır bu güzel mekan.Dışarısı ve içerisi faklı bir güzellikle karşılar insanı. Bir sabah kahvaltı etmek için yer ararken keşfettim Karabatak'ı. Cafe'nin menüsünde çorba,sandviç çeşitleri ve tatlılar var. Ama iddialı oldukları bölüm kahve seçenekleri, Julius Meinl adlı Avusturyalı bir markanın kahvelerini sunuyorlar.

Ben küçük bir tost ve çay tercih etmiştim. Tostunun çok özellikli olduğunu söylemem,ama çayın tadı güzeldi. Çayı ince belli bardakta tercih ederim. Burada fincanda sunuyorlar. Buna rağmen lezzetli geldi. 


Bu güzel Mekanı daha çok; sanatçılar, turistler ve o civarda çalışan beyaz yakalılar tercih etmektedir.


En kısa zamanda kitabımı alıp, mekanın sessizlik ve huzur içerisindeki üst katını, Julıus Meinl kahvesi eşliğinde, sizlerle paylaşacağım.   

Karabatak'a bir an önce gitmek isterseniz,işte size dünya üzerindeki tam yeri ;

Sevgilerimle.

Nurcan EKİZ
Ağustos'13

HOŞ GELDİN SONRADAN GURME NURCAN !




Kimdir Bu Sonradan Gurme ?

Yazılarımda gizli herşey !

Hoşgeldiniz....

Sevgilerimle.